HOŞGELDİNİZ
  Kanser Ve Türleri
 

Kanser Nedir?

Bu isyancı örgütler, yada hastalıklı oluşumlar daha sonra vücudun işleyişine müdahale etmeye başlar. Şayet engellenmeleri için birşey yapılmazsa en önemli organların iflasına ve dolayısıyla ölüme yol açar.

Kanserin Bilinen Nedenleri ve Risk Faktörleri:
Hücrelerin böyle aniden çıldırmasının birçok karmaşık nedeni vardır ve bunlar henüz tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Kişinin ruhsal durumu ve beslenmesi gibi iç faktörlerle, çevre kirliliği gibi dış koşulların birleşimi sonucu ortaya çıktığı görülmektedir. Önde gelen uzmanların vardığı ortak kanıya göre, kanser artık tıpkı kalp hastalıkları gibi, hatalı bir yaşam tarzının hastalığı olarak görülüyor. Kanser esas olarak doğru gıdaları alamama, doğru içecekleri içememe, doğru havayı solumama, doğru düşünceleri düşünmeme ve doğru egzersizleri yapmama hastalığıdır.

KANSER YAPAN ETKENLER

BEDENSEL ÖZELLİKLER:
Aileden gelen (genetik) kansere yatkınlık: Meme kanseri, lösemiler, bazı çocukluk çağı tümörleri gibi.
Hormonal nedenler: Meme, prostat, karaciğer, testis, kalınbağırsak kanseri ve bazı yumurtalık tümörleri gibi.

ÇEVRESEL FAKTÖRLER
Fiziksel Etkiler:
Güneş ışığı: (deri kanserleri)
Radyasyon: (lösemiler, akciğer, boğaz-yutak, yemek borusu, mide bağırsak, deri, tiroit kanserleri ile yumuşak doku tümörleri)
Isı: Deri, yumuşak doku, yemek borusu ve yutak kanserleri
Mekanik darbeler: Kemik ve yumuşak doku tümörleri

Kimyasal etkiler:
Endüstriyel maddeler:
· Alüminyum ürünleri: Akciğer, idrar kesesi, yemek borusu, mide kanserleri
· Ayakkabı sanayisinde kullanılan maddeler: Lösemi, sinüs tümörleri, idrar kesesi ve sindirim yolları kanserleri.
· Kömür dumanları: Deri, Akciğer ve idrar kesesi kanserleri.
· Kok kömürü ürünleri: Deri, akciğer ve böbrek
· Demir tozları: Solunum yolları, lösemi, sindirim, cinsel organlar ve boşaltım organları
· Boyalar: Akciğer, yemek borusu, mide, idrar kesesi.
· Lastik endüstrisi: İdrar kesesi, lösemi, lenfoma, akciğer, böbrek yolları, sindirim yolları, deri, karaciğer, gırtlak, bein.
· Mobilyacılıkta kullanılan maddeler: Gırtlak ve sinüs kanserleri.
 

İlaçlar:
· Ağrı kesiciler: Böbrek ve idrar yolları
· Östrojen: Meme, döl yatağı ve testis.
· Doğum kontrol hapları: Karaciğer, döl yatağı
· Bazı kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar: Lösemi, idrar kesesi

Besinler:
· Yağlı yiyecekler: Meme, kalın bağırsak
· Bazı küfler (alfatoksinler): Kalın bağırsak
· Yanmış yağlar: Meme, kalınbağırsak
· Kırmızı etten zengin diyetler: kalınbağırsak
· İyottan fakir diyet: tiroid bezi

Diğer kimyasal kanser yapıcı etkenler:
· Sigara: Akciğer, ağız, gırtlak, yutak, yemek borusu, mide, idrar kesesi, pankreas, böbrek, döl yolu ağzı, karaciğer
· Alkollü İçecekler: Ağız, yutak, gırtlak, yemek borusu, karaciğer, meme
· Asbestos: Akciğer, plevra, peritoneum, sindirim sistemi, gırtlak
· Benzen: Lösemi
· Kömür tozları: Deri, akciğer ve idrar kesesi
· Kömür tozu, zifti: deri, akciğer, idrar kesesi, sindirim yollarıi lösemi
· Madeni yağlar: Deri, idrar kesesi, sindirim ve solunum yolları
· Naftalin: İdrar kesesi, karaciğer
· Hardal gazı: Akciğer, gırtlak, yutak

Virüsler, bakteriler:
· Hepatit B ve C virüsü: Karaciğer
· T gözeli lösemi virüsü: Lösemi
· HP virüsü: Döl yolu ağzı, daha nadir olarak ağız, dil, gırtlak
· Helicobacter pylori: Mide

Diğer risk faktörleri:
· Yaş: 55 yaşın üstinde olmak: Bedenin birçok yerinde görülen kanserler
· Stres: Çeşitli dokulardaki tümörler
· Hareketsiz yaşam tarzı: Meme, kolon, diğer yerleşimler.
· Yüksek tansiyon: Meme, kolon
· Ümmin sistem yetersizliği: lenfoma, karsinoma
· Kadının rastgele cinsel ilişkisi: Rahim ağzı
· Erkekte temizliğe uymama : Penis
· Erkek homoseksüel ilişkisi: Kaposi sarkomu, anüs ve dil
 

Kanserde Bağışıklık Sisteminin Önemi:

Kanserle bağışıklık sistemi arasında çok önemli bir bağ vardır. Vücudun kanserle savaşmasındabağışıklıksistemi anahtar görevi üstleniyor. Bağışıklık sistemi herhangibir nedenle zayıflarsa, kanser hücrelerini denetlemekte yetersiz kalıp gelişmelerine izin verebiliyor. Bu yüzden kanser bağışıklık sisteminin bir hastalığı, daha doğrusu bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı bir hastalık olarak görülebilir. Bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı tek hastalık kanser olmamakla birlikte bu hastalıklar içindeki en ciddi örnektir.


BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NEDİR?

Bağışıklık sistemi vücudun hastalık yapabilecek mikroorganizmalara karşı oluşturduğu savunma sistemidir. Bağışıklık sistemi kavramı çok eski tarihlerden beridir bilinmektedir. Bulaşıcı hastalıklar geçiren ve iyileşen kişilerin yeniden aynı hastalığa yakalanmadıkları görülmüş ve böylece bağışıklık sisteminin varlığı anlaşılmıştır.
Bağışıklık sisteminde temelde 2 grup hücre rol oynar. Fagositler ve lenfositler. Bu hücreler belirli anatomik bölgelerde yer almakla birlikte yaygın olarak bütün vücuda dağılmış durumdadır ve topluca bağışıklık sistemini oluştururlar. Bağışıklık sisteminin vücuda yabancı nesnelerle vücudun kendi yapılarını tanıma ve ayırt etme yeteneği vardır. Sistem vücut yapılarına karşı herhangi bir tepki göstermez. Bu olaya da immünolojik tolerans denir.
Sistemdeki bazı hücreler genel savunma görevini üstlenmişlerdir. Bunlar vücudun kendisinden olmayan, yabancı olarak gördükleri her şeye saldırırlar. Genel savunma hücreleri az önce bahsettiğimiz Fagositlerdir.
Fagositlerin erleri olarak tabir edebileceğimiz nötrofiller kan içinde çok hızlı hareket ederek düşmanı gördükleri zaman amip gibi kollar uzatıp etrafını sarar ve kimyasal silah gibi üzerine sindirim enzimleri salgılarlar.
Makrofajlar ise büyük ve yavaş yiyici hücrelerdir. Sonsuz sayıda bakteriyi yavaş yavaş yiyebilirler. Virüs ya da bakteriyi sindirdikten sonra, makrofajlar yedikleri saldırganın parçalarını dışarı atarak lenfositler adı verilen hücrelere sunarlar.
Bundan sonra özel hedefe yönelik lenfosit hücreleri devreye girer. Bunların B ve T hücreleri olmak üzere iki türü vardır. B hücreleri savunma sisteminin generalleri olarak düşünülebilir. Kan dolaşımına antikorları gönderirler, daha önceki savaşların kayıtlarını tutarak aynı saldırıların tekrarlanmasını engellerler. Üç tür olan T hücrelerinden Öldürücü T hücreleri vücutta virüsler tarafından kuşatılan hücreleri öldürür.
Yardımcı T hücreleri ve Bastırıcı T hücreleri ise vücudun verdiği bağışıklık yanıtının boyutlarını kontrol eder ve enfeksiyonla savaş sona erdiği zaman her şeyin normale dönmesini sağlar.
Bir de Doğal Öldürücü Hücreler vardır. Bunlar Öldürücü T hücrelerinin akrabasıdır. Virüsler tarafından enfekte olmuş hücrelerle bazı tümör hücrelerini öldürürler.

Bağışıklık sisteminin önemini sanırım bu şekilde anlatmış olduk. Bağışıklık sistemi zayıf olan bir kişi her türlü hastalığa daha kolay yakalanır ve daha zor kurtulur.

Bağışıklık sistemimizin beslenme şeklimizle doğrudan ilişkisi vardır. Bu ilişki dünya çapında yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır.
Yetersiz beslenen kobay fareleriyle, iyi beslenen bağışıklık sistemi güçlü fareler arasında tedaviye cevap verme oranının çok farklı olduğu görülmüştür.

Kemoterapi
Kanser, isim olarak ürkütücü bir hastalıktır. Kanser adı, kanserli hücrelerin yanlara doğru yengeç gibi ilerlemesinden gelir. Latincede "Cancer" sözcüğünün karşılığı yengeçtir. Üzerinde halen büyük bütçeli araşırmalar yapılmaktadır. Uzun zamandır dünya çapında kanser tedavisinde kemoterapi ilaçları kullanılmaktadır. Tıp iliminde hiçbir konu kemoterapi kadar eleştiri yağmuruna tutulmamıştır.

Teorik olarak oldukça çekici olan bu yöntem, enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotikler görünümündedir. Ne çare ki kanser hücrelerine yönelmesi ve onları öldürmesi umulan bu ilaçlar, aynı zamanda sağlıklı ve hayati dokulara da zarar vermektedir.


BİTKİSEL TEDAVİ

Herbalist Saadet'in tavsiye ettiği bitki ve bitki özleri kullanılarak kanser tedavisinde çok başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Bu hastalığı yenebilmek için ilk yapılması gereken vücudun bağışıklık sisteminin en iyi şekilde güçlendirilmesidir. Fakat sadece bağışıklık sistemini güçlendirmek yeterli değildir. İyi bir tedavinin yanı sıra bağışıklık sistemi güçlü tutulduğu zaman başarı sağlanabilmektedir. Bu da yine, Herbalist Saadet tarafından çok özel formüle edilmiş bitkisel maddelerle mümkün. Yapılan incelemelerde bu bitkisel maddeleri kullanmaya başlayan hastaların hızla kan değerlerinin yükseldiği, kanserli hücrelerin azaldığı ve zamanla kaybolduğu görülmüştür. Hastanın moralinin iyi olması bu rahatsızlıkta daha da önemli rol oynamaktadır. Hasta kendini canlı ve iyi hissettikçe tedavisi daha da kolaylaşmaktadır. 

Yukarıda da anlattığımız gibi kemoterapi gören bir hastanın vücudunda kan üretimi azalıp, değerleri düştüğünden çok fazla halsizlik görülmekte ve saçlarda dökülme meydana gelmektedir. Bu, hastanın moral yönünden de çökmesine sebep olarak tedaviyi ters yönde etkilemektedir. Herbalist Saadet'in formüle ettiği bitkisel terkip kullanıldığı zaman hasta bu dönemi çok daha rahat atlatmaktadır. Kan değerleri fazla düşmemektedir. Saçları da daha az dökülmektedir. Dolayısı ile hastanın morali de fazla bozulmamaktadır. Her hastalıkta olduğu gibi özellikle bu hastalıkta da hastanın moralinin iyi olması tedaviyi kolaylaştırmaktadır. Herbalist Saadet'in 4 ila 6 ay süren bu tedavi sistemi ile kanserden kurtulmuş, uzun yıllardır sağlıklı şekilde yaşayan insanlar mevcuttur. Elbette ki kanserde de erken teşhis önemli rol oynamaktadır.
Bu da başka bir hasta yakınının teşekkür yazısıdır.
 

Kanser tedavisinde disiplinli bir uygulama gerekir. Klasik tedaviler devam ediliyorsa da, şifalı bitki ve bitki özleriyle mutlaka desteklenmelidir. Öncelikle bağışıklık sistemini ve genel olarak metabolizmayı güçlendirmeyi, kanserli hücreleri temizlemeyi hedef alan bu tedaviler hiç vakit geçirilmeden klasik tedavilerle veya tek başına uygulanmalıdır. Ancak hiçbir tedavi şansı kalmadığında şifalı bitkileri anımsamak hiçbir yarar sağlamayabilir. Yani bitkisel tedavi son umut olarak görülmemelidir. Doktor kontorolleri bırakılmadan düzenli bir şekilde bitki ve bitki özleri kullanılarak tedaviye devam edilmelidir. Kanser tedavisinde gıda rejimi de önemli yer tutmaktadır. Aldığımız bazı besinleri azaltıp, bazılarını artırmak gerekir. Aşağıda kanserden koruyan ve bağışıklık sistemini güçlendiren gıdalardan bahsedeceğiz.

Sayfada bu hastalığın tedavisinde kullanılan bitki ve bitki özlerinin isimleri özellikle belirtilmemiştir. Bu bitki özleri her yerde bulunabilen maddeler değildir. Hastalıklarda kullanılan bitkilerin dahi özenli bir toplama, kurutulma ve saklama şekli vardır. Bunlar özenle hazırlanmalıdır. Aksi takdirde bu hastalığın tedavisinde başarı sağlanamamaktadır. Özelliklede kanser hastalığında hastalığın türü, hastanın yaşı ve hastalığın aşaması çok önemlidir. Niyetimiz burada basit birkaç bitki ismi yazarak hastaları oyalamak değildir. Kanser tedavisinde asıl etkiyi yapan saf bitki özleridir.
 

Çeşitli kanser ve lösemi türlerinde birçok kişi bana başvurup fayda görmüştür. Fakat bana başvuranların neredeyse yarısına hiçbir şey tavsiye edemiyorum. Çünkü kanser çok ilerledikten sonra böyle bir tedavi akla geliyor. Ama artık çok geç kalınmış oluyor. Çok ilerlemiş vakalarda bitkisel ilaçlar faydalı olamayabiliyor. Hal bu ki daha rahatsızlığın başındayken, kemoterapiye veya herhangi bir tedaviye yeni başlarken önerdiğim bitkisel tedaviye başlanırsa çok daha iyi neticeler almaktayım.


Hasta, kemoterapi alsın veya almasın, özellikle bağırsak kanserinde, karaciğer kanserinde, akciğer kanserinde, lenf kanserlerinde, meme kanserinde ve lösemi türlerinin tedavisinde önerdiğim saf bitki özleri damlası ile harika sonuçlar almaktayız.

Herhangibir sağlık sorununuzda bitki ve bitki özlerinden faydalanmak istiyorsanız danışmanımız olan Herbalist Saadet'e ulaşmak için
Ayrıca (0324) 237 45 03 ve (0537) 468 16 27 numaralı telefonlardan da kendisine ulaşabilirsiniz.
 

KANSER VE BESLENME

SADECE BESLENMEYE DİKKAT EDEREK KANSER TEDAVİ EDİLEMEZ FAKAT DOĞRU BESLENMEYLE TEDAVİ DESTEKLENEREK KURTULMA ŞANSI KESİNLİKLE ARTIRILABİLİR.

ANTİOKSİDAN VİTAMİNLER:
A, E, C ve beta caroten antioksidan vitaminler olarak bilinirler. Bunlar, bedende çok kısa ömürlü fakat saldırgan olan “serbest radikaller” diye adlandırılan moleküllerle savaşırlar. Serbest radikaller, beden gözelerine zarar verir, bağışıklık sistemini zayıflatırlar. Hastalıklar sırasında antioksidan vitaminler çok önemlidirler. Çünkü onlar bedenimizi oluşturan tüm dokuları korurlar.
Serbest radikaller beden metabolizmasında açığa çıkan maddeler olabileceği gibi dış etkenlerle de oluşabilirler. Sigara, alkali ultraviyole ışınları, ozon tabakasının kaybı, güneş banyoları, ilaç tedavileri, çevre kirliliği gibi değişik nedenlerle ortaya çıkabilirler. Ayrıca ruhsal bozukluklar, stres ve korkular da serbest radikalleri çoğaltırlar.
Sağlam bir organizmada “Radikal yakalayıcılar” ya da diğer adıyla “antioksidan maddeler” bulunur ve bu saldırgan molekülleri uzaklaştırırlar.
Beden çalışması sırasında çeşitli biyokimyasal olaylar sonucu ortaya çıkan serbest radikaller fazla miktardaysa, hücre çekirdeğine girer, ona zarar verir veya bozarlar. Tümör oluşumları da serbest radikaller içerirler.
Kanser oluşumu sırasında bedendeki bu oksidadiv zarar az yada çok olabilir. Bu durumda radikal yakalayıcılara çok görev düşmektedir.
Vitamin A ve C nin antioksidan etkileri yanında beden bağışıklığını artırıcı etkileri de vardır.Ayrıca C vitamini Kanser yapımını uyarıcı etkisi olan nitrosaminleri durdurur; yani kanseri engeller.
Eğer beslenme planlarını bilinçli yapar ve aşağıda belirtilenlere dikkat ederseniz, bedeninizin gereksinim duyduğu radikal yakalayıcılar artar.
Taze meyveler (özellikle turunçgiller, çilek, biber ve diğer C vitamini içerenler)
Sarı renkli meyve ve sebzeler (havuç gibi), yeşil yapraklı sebzeler
Buğday kabuğu, ayçiçeği yağı ve zeytinyağı (E vitamini)
Balıklar, tahıllar, brokoli, lahana, soğan, sarımsak da iyi bir antioksidandır.


KANSERDEN KORUYAN VİTAMİNLER VE MİNERALLER

C VİTAMİNİ
Hem doğal hem de yapay c vitamininin kanseri önlemedeki etkinliğiyle ilgili araştırmalar vardır.
C vitaminini az alan kişilerin kalın bağırsak kanseri olma riski 3 kat artmaktadır. Kalın bağırsaktaki etkisi DNA ‘ya zarar veren mutajenleri azaltmak ya da engellemek olabilir. Ameliyatla bağırsaklarından polip alınmış hastalara C ve E vitaminleri verilmesi poliplerin tekrarlanmasını engellemiştir.
Mide kanseri le ilgili bir teoride fazla yenen yağların oksitlenerek serbest radikal üretiminde rol oynamaları ve kanser riskini artırmalarıdır. C ve E vitamini gibi antioksidanlar bu süreci engellemektedirler.
Mide kanserini önlemede taze meyve ve sebzelerin rolü birçok araştırmayla ispatlanmıştır. Örneğin haftada 2 defadan az meyve yiyen Polonyalıların mide kanserine yakalanma riskleri, her gün yiyenlere göre 3 kat yüksek bulunmuştur.
Dünyada mide ve yutak kanserinden ölenlerin en çok bulunduğu yer Çin’in bir bölgesidir. Bunun nedenlerinin nitrozaminler, bir küf toksini olan mikotoksinler ya da çok sıcak çay içilmesi olabileceği düşünülmektedir. Bu bölgede yaşayan Çinlilerin diyetinin çok az meyve içerdiği ve kandaki C, A ve E vitamini seviyelerinin düşük olduğu gözlenmiştir.
C vitamini Ağız, yutak ve nefes borusu kanserlerinden de korumaktadır.İran’da yapılan bir araştırmada C vitamini kaynağı meyveler içerisinde en etkilisinin portakal olduğu belirlenmiştir.
Beslenmeyle fazla ilgisi yok gibi görünen akciğer kanserinde bile C vitamininin koruyucu rolü bulunmaktadır.
C vitamini yalnızca bitkisel gıdalarda bulunur. Kuşburnu, kivi, turunçgiller, çilek, brokoli, kırmızı ve yeşil biber, kavun, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, domates, patates en iyi kaynaklardır.

Beta karoten ve A vitamini
Harvard Üniversitesinde 90.000 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada A vitaminini en çok tüketen kadınların meme kanseri riskinin çok düşük olduğu gösterilmiştir. Başka bir araştırmada yumurtalık kanseri olan kadınların kanlarındaki beta- karoten düzeyinin düşük olduğunu ve diyetlerinde karoten içeren gıdalara az yer verdiklerini ortaya çıkarmıştır. Beta- karotence zengin gıdaların tüketimi mesane kanserini de önlemektedir.
Sigara akciğer kanserinde başlıca rolü oynadığı halde neden sigara içen herkesin kansere yakalanmadığını merek Adenler bulunabilir. Bunun nedenlerinden biri bu kişilerin fazlaca A vitamini almaları olabilir.
A vitamini organları saran hücrelerdeki değişmeleri kontrol eder. Bu nedenle sigara içen kişilerde A vitamini düzeyi yüksekse akciğer kanseri riski azalmaktadır.
A vitamini ve beta-karotenin kanserden koruma mekanizmaları arasında , mutajen oluşumunu ve güneşin uv ışınlarından zarar görmemizi engellemeleri bağışıklık sistemini güçlendirmeleri kanser yapıcı maddelerin hücre çekirdeğine zarar vermesini önlemeleri ve serbest radikalleri yakalamaları sayılabilir.
Balık, yumurta, karaciğer, kuzu ve dana etleri, süt ve yoğurt A vitamini içerir.
Havuç, kayısı, tatlı kabak, kavun, şeftali, ıspanak, brokoli, maydanoz, dere otu, roka, tere Beta-karoten içerir.

E VİTAMİNİ
Hem serbest radikalleri yakalayarak, hemde bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser riskini azaltır. E vitamininin değişik formları arasında serbest radikaller üzerinde en etkili olanı Alfa-tokoferol dür.
Özellikle kadınların yakalandığı kanserleri önlemede en yararlı vitaminlerden biri E vitaminidir. 15.000 Finlandiyalı kadın üzerinde yapılan bir araştırmada kandaki E vitamini düzeyi yüksek kadınların serviks kanserini de içeren çeşitli kanserlere yakalanma riskinin daha düşük olduğu gösterilmiştir.
Erkeklerde de E vitamini alımının prostat kanseri riskini üçte bir, bu kanserden ölüm oranını da %40 azalttığı belirlenmiştir.Sürekli olarak E vitamini alan kişilerin ağız ve yutak kanserine yakalanma riski yarı yarıya düşmektedir. Sigara içen ya da tütün çiğneyen kişilerde de E vitamininin bu kanserlerden koruyucu etkisi gösterilmiştir.Kimyasal kanserojenlerle temas sonucu oluşan deri kanserini önlemek de E vitaminiyle mümkün olabilmektedir.
Bitkisel yağlar, mayonez, ay çekirdeği, yerfıstığı, buğday embriyosu, yeşil yapraklı sebzelerde E vitamini bulunur.

FOLİK ASİT
Sebze ve meyvelerde bolca bulunan bu B vitamini genlerin normal olarak kuşaktan kuşağa geçmesi için gereklidir. Folik asit yetersizliğinde kromozomlarda kopmalar olmaktadır. ABD de yapılan geniş çaplı bir araştırmada kalın bağırsak kanseri için belirteç olan bağırsak poliplerinin diyetteki folik asit düzeyiyle ters ilişkisi ortaya çıkarılmıştır. Günde yaklaşık 400 mikrogram folik asit alan kişilerde kolon kanseri en düşük oranda görülmektedir.Yeşil sebzeler, portakal suyu, kuru baklagiller, enginar folik asitin en iyi kaynaklarıdır.

D VİTAMİNİ VE KALSİYUM
Bu iki besin öğesinin kanserden koruyucu rolü ilk kez kuzey ülkelerinde yaşayan insanların kanserden ölüm oranlarının daha yüksek olduğunun farkına varılması sonucu ortaya atılmıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar D vitamini ve kalsiyumu kalın bağırsak,meme ve prostat kanserinden koruyucu etkisi olduğu göstermiştir.
Kalsiyumun bağırsak kanserini hangi mekanizmayla önlediği tam olarak bilinmemekle birlikte, emilim sırasında bağırsaklardan salgılanan ve kansere neden olabilen safra asitlerini bağlayarak bağırsakların zarar görmesini engellediği sanılmaktadır.Ayrıca sindirim sırasında ortaya çıkan ve bağırsak hücreleri için toksik olan yağ asitleriyle birleşerek sabun oluşturmakta ve bu sabun emilemediğinden dışarı atılarak temizlenmiş olmaktadır.
D vitamini ve kalsiyumu yağlı balıklar, yumurta sarısı, kuru baklagiller, yeşil sebzeler, incir kurusu, badem , peynir ve sütten alabiliriz. D vitamini güneş ışınlarıyla deri altında sentez edilebilen bir vitamindir.

SELENYUM
1800 lü yılların başında yerkabuğunda keşfedilen selenyum diyetteki minerallerin en zehirlisidir. E vitaminiyle birlikte dokuları koruma görev alır. Son yıllarda yutak, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin yaygın görüldüğü bölgelerde selenyumun yetersiz alındığı belirlenmiştir. Hayvanların diyetinde de selenyum yetersiz bulunduğu zaman küf toksinlerinin kanser yapıcı etkisi artmaktadır. Ayrıca hayvanlarda virüslerin neden olduğu kanserleri de önlediği gösterilmiştir. Ancak selenyumun koruyucu dozu ile toksik dozu arasında çok dar bir sınır ulunduğundan zehirlenmeyi önlemek için doktor kontrolünde alınmalıdır. Aşırı selenyum bulantı, kusma, kellik, tırnak dökülmesi ve sonuçta ölüme yol açabilir.
Selenyum balıklarda, tahıllarda, bira mayasında, brokoli de, lahana, kereviz, salatalık, soğan, sarımsak, turp, mantar, yumurta, ay çekirdeği ve mısır cipsinde bulunur.

KANSERLE SAVAŞTA ETKİLİ GIDALAR

Meyveler:
Portakalda hesperidin, kan portakalında antosiyanin, greyfurtta naringin, mandalinada tangeretin ile turunçgillere özgü nobiletin ve sinesetin adlı flavonlar bulunmaktadır. Bunlar vücudun kanserli maddeleri atmasını ya da toksinini gidermesini sağlayarak yüksek antikanser etki gösterirler. Bu flavonlar arasında kanserin yayılmasını önlemede en etkili olanı mandalinadaki tangeretindir. Son yıllarda bu maddenin insanda karaciğer kanserinin metastazını önlediği düşünülmektedir. Nobiletinin de deri kanserinin ilerlemesini önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir. Limonenler ise vücutta kanserojen maddeleri parçalayan enzimleri arttırmaktadır.
Üzümde bulunan proantosiyanidin ve resveratrol adlı flavonoidlerin güçlü birer antikanserojen olduğu, ananas ve çilekteki maddelerin de kanser yapıcı nitrozaminin oluşumunu engellediği belirlenmiştir.
Bioflavonoidlerin meyvelerdeki diğer iyi kaynakları arasında kayısı, kavun, kuş üzümü, kiraz ve erik sayılabilir.
Çilek böğürtlen gibi çilekgiller ailesinden meyveler, alma ve üzüm ellagik asit adlı bir antikanserojen madde içerir. ABD deki Ohio Tıp Fakültesinde Dr. Stoner ve arkadaşları araba egzozu, sigara dumanı ve küf toksini gibi kanser yapıcı maddelerle temas ettirilen deney hayvanlarında ellagik asitin kanser oluşumunu engellediğini göstermişlerdir. Örneğin üzümde bol miltarda bulunan bu asit, kanser hücrelerinin büyümesi için gerekli enzimlerin vücutta yapımını durdurmaktadır. Saf olarak elde edilen ellagik asitin emilimi zordur. Ancak meyvelerde şekere bağlı olduğundan daha kolay emilmektedir.

Kuru baklagiller ve tahıllar:
Kuru baklagiller ve tahıllarda kanserden koruyucu birçok madde vardır. Fitatlat, Fitosteroller, Fitoöstrojenler, Proteaz inhibitörleri ve saponinler en önemlileridir.
Fitatlar genellikle lif içeriği yüksek gıdalarda bulunur. Bu nedenl, yüksek lif içerikli gıdaların yalnızca lif değil, aynı zamanda içerdikleri fitat nedeniyle de kalın bağırsak kanserini önleyebileceği belirtilmektedir. Laboratuar deneylerinde fitatların kalın bağırsak ve başlangıç aşamasındaki meme kanserini engellediği gösterilmiştir. Fitatların diyetimizdeki en iyi kaynakları buğday kepeği, pirinç, bakla, soya, yerfıstığı, arpa, yulaf ve mısırdır.
Fitoöstrojenler içeren soya fasülyesinin meme, prostat, lösemi ve deri kanserini önemede etkili olduğu belirtilmiştir.
Proteaz inhibitörleri içeren soya, diğer kuru baklagiller, pirinç, patates gibi bitkisel gıdaların yine birçok kanser türlerinin oluşmasını engellediği bilinmektedir.
Saponinler antioksidan etki göstererek hücreleri serbest radikallerden korurlar ve kansere neden olan DNA mutasyonunu önlerler.
Saponinler soya, nohut, bakla, bezelye, mercimek, kuru fasülye, yeşil fasülye ve yulafta bol miktarda bulunurlar.

Çaylar:
Yeşil çayın bol tüketildiği uzak doğu ülkelerinde kanser türlerinin az görülmesi bilim adamlarını çaydaki maddeleri incelemeye yöneltmiştir.
Çaydaki kansere etkili maddeler taninler ve kateşinlerdir.
Yeşil çay, mide, onikiparmak, meme, yutak ve lenf kanserinde etkilidir.
Siyah çayın daha çok deri kanserini önlediği anlaşılmıştır.
Sayın Prf. Dr. Aysel Kavas’ ın Ege üniversitesinde yaptığı araştırmalarda kuşburnu, adaçayı ve karabaş otu çayının antimutajen etki gösterdiği, DNA mutasyonunu engellediği ve kanseri önlemede kullanılabileceği belirtilmiştir.
Ayrıca ısırgan otu çayının da anormal hücre oluşumunu engellediği bilinmektedir.

Sarımsak, soğan, nane, kekik, zencefil, kimyon, biber de antikanser özelliği olan baharatlardandır.
Özellikle sarımsak ve soğan sofralarımızdan eksik etmememiz gereken sebzelerdendir.


Kanser, vücuttaki hücrelerin denetimden çıkıp vücudun diğer bölümlerinden bağımsız ve kontrolsüz bir biçimde büyümeye başladığı bir hastalıktır. Bu hücreler saldırıya geçen öfkeli vahşiler gibi vücudun normal kurallarına isyan başlatır ve kendine ait ayrı bir düzen oluştururlar.

 

 

Kanserli hücreler neden sürekli bölünürler?

Kültürde, normal hücreler komşu hücrelere yapışarak ilişkilerini devam ettirirler. Bu yapışma (adhezyon) noktalarında hücrelerde elektronca yoğun bir plak oluşur. Bununla birlikte, hücrelerin ameboid uzantılarında yavaşlama ve durma görülür. Bu olaya kontak inhibisyon denir. www.genetik bilimi.com adlı sitede yer alan bilgilere göre; Bu şekilde, hücre bölünmesi kontrol edilir. Deneysel olarak, normal hücreler bir kültür ortamında kendilerine sağlanan ortam şartları ne kadar iyi olursa olsun kontak inhibisyon nedeniyle tek tabaka oluşturduktan sonra daha fazla çoğalmazlar. Çünkü, bölünme sınırlı sayıda olur. Fakat, kanser hücreleri sürekli çoğalarak birkaç tabakalı düzensiz kitleler oluştururlar. Bu da kanser hücrelerinde kontak inhibisyon kaybı olduğunu göstermektedir.

Kanser nasıl oluşur?

Kanserlerin yaklaşık %80-90’ı çevresel ve/veya davranış faktörleri tarafından meydana gelir ve önlenebilme potansiyeli vardır. Kalıtım yoluyla kanser meydana gelme olasılığı çevresel faktörlere oranla çok daha azdır.

x-ışınları, uv (ultraviyole-morötesi) ışınları gibi fiziksel ve bazı ilaçlar, polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi kimyasal faktörlerin yanında virüsler de biyolojik olarak normal karaktere sahip bir hücre kültürünü transforme ederek kanser oluşturabilirler.

Kimyasal karsinojenler, tümörü ya uygulandığı yerde (örn: cilt) veya absorbe edildiği yerde (örn: bağırsak) ya da metabolizmanın durumuna göre karaciğer, böbrek gibi organlarda, bazen de direkt olarak alakası olmayan bir yerde meydana getirirler. Fakat, karsinojene maruz kalma kanser oluşturmak için tek başına bir sebep değildir. Karsinojenler ancak uygun yer ve zamanda kanser oluşturabilirler.

Sayabileceğimiz bazı kimyasal karsinojenler şunlardır:

* Hidrokarbonlar: baca temizleyicileri, boya endüstrisinde kullanılan maddeler
* Afla toksin ( küf mantarı tarafından sentezlenir)
* Nikel, krom
* Sigara (nikotin, tar)
* Yiyecek katkıları
* Birçok ilaçlar
* Parfümlerde kullanılan bazı kimyasallar

Fiziksel faktörlerin, kanserojen kimyasal maddelerin veya onkojenik (kansere neden olan) virüslerin konak hücre genomu ile etkileşimleri sonucu hücreler değişmekte ve farklı antijenite kazanmaktadır. Bir normal hücrenin kontrolden çıkarak hızla bölünmesiyle oluşan kanserli hücrede birçok anormal doku antijeni belirmektedir. Tümör hücrelerinde yeni yeni antijenler oluşmakta ve normal antijenlerin kaybına veya değişikliğine neden olabilmektedir. Erken fötal dönemde, normalde bulunan protoonkogenlerin ( kansere sebep olabilme potansiyeli olan gen) farklılaşmasıyla anormal genler oluşmakta ve bunlara selüler onkogenler adı verilmektedir.

İmmün sistem (bağışıklık sistemi) ve kanser oluşumu arasındaki ilişki:

Bağışıklık sistemi yabancı doku antijenlerini kolayca tanıyabilir ancak, tümör dokusunu organizmadan kolayca atamaz. İnsanda bir saniyede bir milyara yakın hücre çoğalması olmakta ve somatik olarak bunların birkaçı, günde yüzlercesi mutasyonla farklı hücreler oluşturmaktadır. Bu farklı hücrelerin temizlenmesinde hücresel immün cevap mekanizması rol oynamaktadır. Buna, immün sistemin kansere karşı “immün denetimi” denmektedir. İmmün sistem, tümör oluşumunu denetlemekte, aynı zamanda tümör hücresi ve antijenlerine karşı immün cevap çıkarmaktadır. Hücresel immün cevap baskılandığı zaman kanser oluşumu artmaktadır.

Yenidoğan ve yaşlılık dönemlerinde immün cevap mekanizması zayıflamaktadır. Yaşlılarda prostat kanseri, çocuklarda nöroblastoma sık görülmektedir. İmmün sistemi baskılayıcı ilaç kullananlarda tümör oluşumu riski artmaktadır. İmmün sistem bozukluğu olan hastalarda da bazı kanser tipleri gelişebilmektedir.

Kanser neden öldürür?

Kanser hastalarının çoğu, kalp hastalığı veya başka enfeksiyonlar gibi kanserle ilgisi olmayan nedenlerden dolayı ölür. Tümörün bulunduğu bölge ve tümörün yayıldığı bölgenin büyüklüğü ölümü direkt veya indirekt olarak etkileyen nedenlerdir. Ölümün temel nedeni, beyin, akciğer, karaciğer gibi hayati önemi büyük olan organlarda tümör oluşması veya tümörün bu organlara yayılmasıdır.

 
  Bugün 16 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı!  
 
TurkplaneT
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol